Ne tarih kaldı
sırtında taşımadığın ne aşklar… Tanık oldun savaşa da barışa da hiç bozmadın
kendini ne isen o oldun hep ve sana ne aktarıldı ise onu yansıttın günümüze…
Hayatı anlattın, tecrübelerini paylaştın insana dair ne varsa her daim tebliğ
ettin… Ders çıkarsın, yanlış yola sapmasın diye kendini tanzim ettin, örnek
oldun düzeni bozmasın diye insanoğlu… Her yola başvurdun şiir oldun deneme
oldun, kimi zaman köşede bir yazı oldun bazen de büyük bir roman. Çocuk anlasın
diye öykü oldun, büyük okusun diye ansiklopedi… Karta yazılınca gurbet oldun,
mektuba yazılınca sevda, surlarda bulunca izini tarih oldun… Her millete
ulaştın her dile büründün belki harflerin değişti, yapın gramerin değişti ama
hep aynı derdi şiyar edindin kendine… Anlam dünyasının gülü kelimeler…
Bütün sermayem
harflerdir, kimisi ünlü kimisi ünsüz. Bazıları kalın bazısı ise ince olan ve çocukluğumdan
beri oynadığım kelimeler… Hep içimde gizlediğim, düşümde büyüttüğüm bazen aşk
diye haykırdığım, dizelerde somutlaştırdığım hayal dünyam, rüyam kelimeler…
Henüz 16 yaşındayken fark ettim etkileyici gücünü seni güzel kullanınca belagat
oluyordun, biraz uzaklaştım mı kendinden feragat… Sen diyordum ben oluyordum,
ben derken sen kokuyordum. Eşanlamın oluyordum, özdeyişin… Sana ulaşmak için
harfleri köprü yapardım noktası olmayan bol virgüllü cümleler kurardım. Ana
düşüncesi yalnız sen olan denemeler, başlığı sen olan hikayeler…
Sana yazdığım
kelimelerin senden uzakta anlam bulduğu yegane yer ise ezgiler oldu. Her
makamda ayrı bir tat ayrı bir hayat doldu… Ses verince nota, yürekten dans eder
kelimelerim sana kavuşma telaşı içinde… Öznesi sen olursun yüklemi belirsiz,
birde hicaz yok mu beni benden alan bütün cümlelerin devrik olur yüreğim
devrik… Tamlamasız, saf sen kokan dakikalarda kulağım kabarır makamlara, o an
dökülür sözcükler bam telimden önünü arkasını düşünmeden nesnesiz, kimsesiz…
Şimdileri yalın, yalnız gecelerde gemi yapıyorum bütün kelimelerimi senden uzak
bir nehir kıyısında… Heceliyorum hislerimi kağıda, içimde bir hüzzam şarkı
bırakıyorum Dicle sularına duygularımı, sevdamı, beni ben yapan harflerimi…
Geçmişi bugüne taşıyan kelimeler seni bana getiremedi bir türlü… Haksızlık
yapıyor olabilirim, üstüne çok yükleniyor da olabilirim ama senden başka sitem
edeceğim, ağlayacağım, derdimi dökeceğim, saf bir beyaz kağıt üzerine iz
bırakabileceğim, işte bu benim diyebileceğim neyim var ki…
Bu sabah biraz
hüzün kokuyor toprak sonbahardan olsa gerek, içimdeki sızı, boğazımdaki düğüm
bundan mıdır bilemiyorum… Öyle ya topraktan yaratıldı insan… Esen her rüzgar da
sallanan her yaprakta durulurum, kulağıma acemkürdi misali dokunur güz yeli…
Birde koptu mu dalından sarı yaprak, eksilirim, azalırım… Ne kalır ki benden
geriye? Bir mezar taşı birde olmazsa olmaz kelimeler… En sevdiğim kelimedir
Eylül içinde biraz sarı birazda hüzün barındıran, beni benden alan seni bana
katan… Baharın tanımı, hüznün rengi, gülü solduran, bülbülü ağlatan o eşsiz, o
mana Eylül… Geldi mi Eylül kopar kelimelerim dalımdan, dilimden, kalemimden…
Bir iz olur akarım beyaz bir kağıda…
İtiraf
etmeliyim ki uzun zamandır düşünüyorum nasıl bir halet-i ruhiye beni
uzaklaştırdı diye… Oysaki ne kağıda kırgınlığım vardı ne de kaleme küsgünlüğüm…
İçimdekiler her daim beyaz bir kar tanesi olup bekledi yağacağı günü… Ve gün
gelmiştir geri dönmek mükemmel bir hissiyat… Kar yağarken gökyüzünün bürünmüş
olduğu bütün pembeliği içimde hissediyorum, bir o kadar da iklimim berrak, üşümüyorum
da üstelik… Kelimelerimin hiç biri diğerini rahatsız etmiyor, ne bir tene
değiyor ne de birbirine… Hiç şüphe yok öznesizliğin vermiş olduğu bir yalnızlık
hissediyor nesnelerim… Tamlamasız olmak zor, belirsiz veya gizli özne ile
ilerlemek çok zor… Bu zorluğu en iyi anlayan yüklemlerimdir… Her daim kahrımı
çeken çoğu zaman da derdimi, sıkıntımı, sevincimi tek başına göğüsleyen
yüklemlerim…
Uzun süredir
yazamamamın en büyük sebebi yüklemlerime soru soramamamdır… Soramıyordum işte
kim diye… Ne olduğunun da bir önemi yoktu… Öyle ya gitmiştin açıklama yapmadan,
arkana bakmadan… Sırf özneyi belirlemek için yükleme yapılan zulüm niye…
Sürekli sormak, sorgulamak niye… Gittin, gittin işte hepsi bu sade bir kelime…
Gidişindi bana öznesiz cümleler kurmayı öğreten, yüklemlerimle sörf yapmayı
benimseten… Önce fiillerden uzaklaştım sonra bütün öznelerden… Ne olduğunun bir
önemi yoktu bütün işteş fiiller bir gün bitiyordu öğrendim… Birlikte yapılanlar
geride kaldı artık, tanımlama yapmak zor… Ne denilir bilmiyorum, tek kelime
yeter mi? Anı olabilir mi ya da tecrübe… Kelimelerimle koca bir dünyam varken
umarsızca hayatıma girip, bütün sözcüklerimden ekleri çalma sürecine aşk denir
mi? Biran olsun el ele yürüyünce sıfatsız, zamansız her daim birbirimizi
tamamlayacağımızı sanmıştım… Kağıdıma, kalemime, kelimelerime, yüklemlerime
yaptığım bu ihanetten dolayı pişmanlık duymamdır aylardır tek satır yazmıyor
olmam… Rüzgar eser, zaman geçer, su akar, hayat biter... Geriye mi temelini
attığın yüklem inşaatından başka bir şey kalmaz… Umudum o ki, aramıza giren
zamanı görmezlikten gelebilirsin, kamilliğinden sual olmaz tıpkı yapın gibi
bilmezlikten gelir ya da güzel sebebe bağlayabilirsin… Sen gidersin feryad eder
yüklemlerim…
Selam ve
muhabbet ile…
Halil İbrahim AYDIN