13 Aralık 2016 Salı

BİR NEVİ SEYİR DEFTERİ

Saat gecenin bir yarısı, henüz yeni devralmıştı geceden dem'i takvim ve savrulmuştu yeni güne zaman... Tam uykuya dalmıştım ki gecenin sessizliğini bozan bir telefon sesi ile 29 yıl önce bugün var olduğumu anımsadım. İrkildim, sevindim derken hüzünlendim geçen zaman içinde geçenlere ve hiç geçmeyeceklere…
***
Geçmiş demişken, gelişin gidişe eşit olduğu bir hâr… Envai çeşit endişe ile yoğrulmuş bir âdem ne kadar olabilir ki var? Elbet geçecektir, gelmiş ve gelecek olan… Gelenler, gidenler, kalanlar, yaralayanlar ve hiç kopmayanlar… Bazen tatlı bazen acıdır imtihan… Böyledir işte ısırır elmayı, âdemoğlu… Sahi! Kaç yıl geçti, geçen ömrümüzden?
***
Var olmak, hazır olmak lazım her dem'e… Madem ki geçer ne diye feryâd eder, insanoğlu… Geçen yıllarda çok kente uğradım, ikrar vermedim de değil… Gezip, gördüklerim bir yana durup biriktirdiklerimle yeşerdim durdum… Gönülden gönüle köprüler kurup, doldurdum yüklenilesi yüklemleri, manalı cümlelerime… Kaybolan yıllar içinde bulduğum insanlarla dolan ömrüm, gönlüm yeni bir sayfaya dem tutmakta…
***
Geçen iklimler bir yana asude bakar oldum kopan yapraklara… Birer birer eksildim, azaldım, sararan yapraklara… Ağacımdan kopan her yaprakla yaklaştım toprağa… Kaldım, yazıldım seyir defterine… Buz dağına çarpma kaygım olmasa da geçtiğim yollarda, kaf dağından uzak durmaktı tek şiyarım… Esen her rüzgarda bol yapraklı bir ağaç olmayı diledim sadece, her anı dua olan, bir yağmurla hayat bulan, mevsiminde toprağa kavuşmak için kopan, bir ömür var edeni anan yaprak olmayı diledim durdum…
***
Yol uzun yol meşakkatli. Bu yol da bir olmak hemhal olmak gerek... Bu seyre dalmak mavi günlere varmak gerek... Fark etmez zeytinin siyah veya yeşil olması aynı denizden beslenir doğası… Bilmek gerek… Seyir belli yol belli… Seyreyle şu kervanı, bir bak… Elbet toplar bu dem hasatı… Kaydetmek istedim seyrimi lakin yazdım şiir oldu. Her derdim sende son buldu…
***
Olmasam da kaptan sahibim bir seyir ile deftere… Yazarım elbet gönül ehlini yüreğime ve ehil olanı özüme… Dur! Bir düşün! Hangi seyre daldın hangi deftere iz bıraktın… Geçen zaman içinde hangi manaya çaldın…
***
            Bir defter bin seyir olan nakd-i ömrüm…
            Kelamın rehberidir ayn-ı ömrüm…
            Gelir elbet ahir-i ömrüm…
            Geçiyor işte yaprak misali ömrüm…
Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar
6 Aralık 2016  03.45



27 Kasım 2016 Pazar

NEVBAHAR

Kırmızı gülün adının ve anlamının olduğu günlerdi... Bahar misali sen gelmeden Leylâk kokun gelir, sarardı dört yanımı... Baharın ilkinde çiçeklenir, eflâtun aşka gelir dillenir, Sümbül sadece sana imrenirdi... Bir gül bin bahar işte… Son değil elbet öz'de Nevbahar… Bülbül'e her mevsim gülbahar… Kokusu özündedir çiçeğin her bahar…
            ***
Bir çiçek bir ömür; sade bir gönül… Gönül yıkmak, yazı beklerken bahardan olmak, bir aşk uğruna yaprakları koparmak neden? Şimdi hangi makamda yazsam geri gelir özlediğim gözlerin, sade sözlerin… Kelimelerim dökülür yaprak yaprak saman kağıtlar üzerine… Nerden bilebilirdim ki bir gün koparılacağını çiçeğimin...
***
Hangi çiçek açar da avunur artık bahar bilmem... Bir hâr-i firkat düştü gönlüme, silemem... Zaman geçer, ömür geçer de bir tek ellerimden, gönlümden geçiremem, Leylâk kokusu bahardan kalakaldı... Kulağımda yine Sezen'den aynı şarkı, "Begonvil boy vermiştir şimdi. Yasemen basmıştır Bodrum'u".
***
Baharda aşk başka mıdır, bilemem... Papatya nereden bilsin sevip, sevmediğini Nazenin'in... Suçu yaprağa yüklemek ve çoğu zaman kendini betimleyemezken insan, çiçekten medet ummak neden? Dikeni olsa da aynı sudan beslenen, her yanı toprak, özü hayat kokan bir Gül'den, yani bir senden umut etmek neden? Nedensiz ve sensiz sorular kokarken bu dem, yalın bir yalnızlık alır beni benden...
***
Kalem kağıtla hemdem olur, bu dem... Dem be dem geçer kendinden bu ben... Geriye kalır bir aşk-efzâ makamı bir de sen... Böyledir, Efruz'un gece ile hikayesi... Payıma kalır, Gül, Menekşe, Menevşe, Sümbül mevsiminden... Bir de Leylâk kokusu geçen ömrümüzden...
***
Kırmızı gülün adının ve anlamının olduğu günlerdi... Sahi; sizin hiç Karahindiba çiçeğiniz oldu mu? Benim bir defa oldu. Oldu işte… Tam bahar geldi demişken, bir yel ile gönlüm viran oldu… Tuttum derken bir yel esti en derinden ve el ile imtihanım oldu… Soldu içimde zaman… Bahar aynı bahar, değişen bir ilk bir son, sade zaman… Sonu olsa da baharın, kalır kokusu elimde, çiçeğimin…
***
Yaprak misali hayat, yüz tutmuş sararmaya... Bir kopma hali değil elbet, yeşermeye ümit zeminidir... Açmakta mümkün, yeşermekte, elbet solup, kopmakta... Sararıp, koparsa öz'ünü bilir, yaprak… Her çiçeğin öz'ü sade toprak… İnsan toprak çiçek toprak… Kopar zaman yaprak yaprak…
***
            Böyledir çiçeklerle hikayem;
            İlkbahar ya da Sonbahar…
            Bildim, bahar oldu….
            Leylak rayihası gönlüme har oldu.
            Olan oldu.
            Olsun…
            Gönlüme bahar doldu.
            Her zaman Nevbahar oldu.
            Bir bahar; yalnız Nevbahar…

Halil İbrahim Aydın
                                                                                                          Akademisyen / Yazar




25 Ekim 2016 Salı

YOLA DAİR - 2

Yollar ile yıllar arasında bir bağ olmalı... Yıllandıkça yollar, toprak; yollandıkça yıllar, Hüzzam kokar... Ademoğlu birer birer dalından kopar... Her yol toprağa çıkar, zaman ara vermeden usul usul akar... Yola dair bir ahval içimde yanar... Kanar da kanar yol ile hâl'e, bir bilinmez âh-ü zâr'e...
***
Bir Eylül bir sancı sanki yol, ne yana dönsem acır sol yanım... Yola çıkmak ne güzel, yoldan çıkmadan... Elbet varamaz, yola çıkmayan... Yolda olmak gerek, vesselam... Kaldı mı yola çıkmayan, Adem'den bu yana... Toprağa varmayan kaldı mı? Yolda kalmak yola çıkmayı, varmak ise ol'mayı gerektirir. Bir gaye bir dert işidir, ol'mak... Solmakta mümkün elbet, konmakta... Ol'mak için solmak gerek, konmak için kopmak... Evvela yola çıkmak... Yalnız kalsan da yolcu olmak gerek...
***
Yol bu belli mi olur, ne öz kalır ne de söz... Bir köz kalır kalbine, küllerinden... Anlamazsın, anlayamazsın... Yol bu... Dilinde, gönlünde dua ve kelimeler... Varmak gerek var edene... Her şey yaşanabilir yol öyküsünde, bir sevgi çoğu zaman da bin ayrılık... Yol bu...
***
Yıl biterde yol bitmez imiş... Saba makamı bir ezan hatırlatır yola çıkışı ve yağmur sonrası kokan toprak hissettirir yolun varışını... Çıkış da bir varış da... Öyle ya! "Hayy'dan gelen Hu'ya gider"... Bir yaprakta gizlidir yol hikayesi... Yol bu...
***
Payıma düşen kelimelerden öğrendim, yol ile yıl beraberken yeşermeyi... Acısa da gönlümün sol yanı, ol'mak umuduyla yolumda kalmayı... Yol dert işidir ama derdi de derman sayıp, ummayı... Yol bu...
***
Yollar yıllar içinde, yıllar yolların içinde... Hiçten hiçe... İçedir elbet içe Hicret'i ademoğlunun, içten içe... Hiç'liğinin bilincinde hiç olmanın içinde... Yol da yıl da geçer bir biçimde... Yolun başının da sonunun da bir olduğunun bilincinde...
***
Son baharlı bir yol bu, aklım Eylül'de kaldı... Yaprakta gizlidir, yolun hikayesi... Aklım renklerde, baharlarda kaldı... Gönlüm ilk bahar heyecanı ile Nisan'a kalakaldı...
***
            Öyle ya! Yol bu...
            Yollar, yıllar içinde...
            Yıllar, yollar içinde...
            Ademoğlu hiç'lik içinde...
            İçinde elbet içinde...
            Yol da yıl da Ademoğlu'nun içinde...
Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar


8 Ekim 2016 Cumartesi

Halil İbrahim Aydın I Kitap Sözleri

Halil İbrahim AYDIN kitaplarından sözler;
***
"...Yâr'da yara da Yaradan'dan..."
***
"Toprağın kaderi insanda, insanın iç alemi de kelimelerde vücut bulur..."
"Şiir insandan, insan ise topraktan çıkar yola..."
***
"Siyah önlükten mavi önlüğe geçiş kadar renkliydi duygu dünyamız..."
***
"Öz'e varmak lazım... / Özneye varmak için yüklem / Sevgi için yüklenmek lazım... / Gül'e Bülbül / Leyla'ya Mecnun olmak lazım... / Deryadil olmak lazım Nazenin'e.."
***
"Sırf özneyi belirlemek için yükleme yapılan zulüm niye... Sürekli sormak, sorgulamak niye... Gittin, gittin işte, hepsi bu; sade bir kelime..."
***
"Bir yaprak ne yeşili unutur ne de sarıyı… Bir renk karmaşası değil elbet, hayata tutunma meselesidir bu…"
***
"İnsan toprağın kaderini yaşarken, şiir de insanın kaderini yaşar durur... Toprak insana, insan da şiire bürünür..."
***
"Arif'in diline mana... Söz söylemeye İrfan lazım...
Ol'mak lazım işte... Yar'e var'mak lazım..."
***
"...Gündüz ile aynı zeminde durmaz zifiri Ekim akşamları..."
***
"...Böyledir yolculuğu kalemin;
Ben gelişini yazmıştım.
Oysaki, gidişin baştan yazılmıştı..."
***
"...Gidişini yazmıştı yazgı, bense gelişini; güne bakan yanını... 
Kalem ile kelam arası işte..."
***
"...Bahar olmak da hiç uzak değil, buhar olmak da, yağmur. Sen sadece yağ'nur..."
***
"...'Sen' belirlediğim tek imgesin, sorunca yüklendiğim derde, cevabını bulduğum öz'nesin... Aşık olunası bir gam'zesin, gam yükü paylaşılası bir 'sen'..."
***
"Ve yüklemler, sevmek gibi gelir... 
Kelimelerin eşgüdümünde dünya evrilir..."
***
Modern İnsan'ın Serencamı
"...Karşılıklı sohbet edilen bir kültürden karşılıklı yaz(ış)ma dönemine geçildi. Hasbihal olmak, hemhal olmak, hemdert olmak başka baharlara kaldı...
Modern insan mutsuz...
Modern insan u'mutsuz..."
***
"...Birbirinin gömleklerini giyen bir kuşaktan, 
Gömlek değiştirir gibi insan tüketen bir kuşağa dönüşüldü..." 
***
"Zamansız,
Amansız,
Ansız bir yağmur,
Sen sadece yağ'nur..."
***
"Kalem dediğin bir 'kal' bin devâ...
Bin kalem, bir kelâm yegâne...
Bir tek kalem kaldı...
Öznesi yalnız sen olan kelâm kalakaldı..."
***
"...Kalem kelama döner, kelam insana..."
***
"...Kalem dediğin içinde bir alem bir meal bir amel barındıran kelâmdır..."
***
"Kalemle kelam arasıdır, hayat..."
***
"Bir yıldız bin papatya düşüyor aklıma seviyor, sevmiyor..."
***
"Di'li geçmiş zamanları düşlüyorum, efsunkâr ışıltını..."
***
"...Şimdileri, yağan her yağmurda, yağma ihtimali olan her bulutta, iklimde, mevsimde bir sonbaharda çoğu zamanda ilkbaharda anıyorum seni... "
***
"Yağmur yağar, kulağıma gülşen-i vefa makamı çalınır..."
***
"Yağmur bir yağar kelimeler gibi cümleme... 
Yağ'nur bir yağar dua gibi ömrüme... 
Sen yağ nur..."
***
"Anlayana bir dem, insanlığa hemdem olur...
Sade bir nur...
Yağ'nur..."
***
"Bugün biraz İstanbul'um,
Bir yanım deniz her yanım 'Hicaz'..."
***
"Insan toprağın kaderini yaşarken, şiir de insanın kaderini yaşar durur... Toprak insana, insan da şiire bürünür... Toprağın kaderi insanda, insanın iç alemi de kelimelerde vücut bulur...Öznesi medeniyet olan edebiyatın özüdür şiir..."
***
"...Kalakaldım sen'delendim öyküm içinde..."
"Şartlı birleşik cümleydi adeta hayatım... 
'Sen' varsan, mutluluk var gibi..."
***
"Öz'nesiz kaldım, kim'sesiz, sessiz...
Gittin, sen'siz kaldım.
Sahi! Öz'ne?"
***
/Sustuk/
Sade bir şiir olduk...
***
"Saat dem'e bir kala
Bin yıldız kaydı, tek seni diledim.
Dalgalara hemdem dakikalarda bir seni düşledim..."
***
"...Biri sesli biri sessiz iki sen'siz harfin birleşmesiyle oluşur büyük anlam; 'lâ'..."
***
"...Ne özne kaldı geride, ne de bir eylem... Kalakaldım, sen'delendim kendi öyküm içinde..."
***
"...Dem olmak lazım...
Hemdem olmak lazım..."
***
"...Bir yaprak ne yeşili unutur ne de sarıyı… Gül, bülbül meselesi değil elbet, olsa olsa varlığını idame ettirebilme meselesidir bu…"
***
"Geceler, sadece seni heceler...
Bitmez olur sen'celer..."
***
"Arif'in diline mana...
Söz söylemeye İrfan lazım..."
***
"Deryadil olmak lazım Nazenin'e..."
***
"Her özne varlığını ancak yüklemi ile ortaya koyabilir"
***
"Karanlık, aydınlıklar gecenin zihin gündeminde... / Bir bahar akşamı sanki yıldızlar asude... / Ay gecesine küsmüş adeta, bir başına... / Deniz dalgasız, gök martısız... / Akşam üstüne dokunur sevdalar..."
***
"Sahi ne çok kirlendi koca dünya... 
'Adem' olamadı-kalamadı, insanoğlu..."
***
'Gecenin Serencamı'
"Geceler, sadece sen'i heceler..."
***
"...Bütün sermayem harflerdir, 
kimisi ünlü kimisi ünsüz..."
***
"...Önce tomurcuktur sonra selvi / Derken yeşermesi an meselesi... / Sararmak mı? / Hiç uzak değil / Zaman iki renk arası..."
***
"Dem olmak lazım bir Ney'in kalbine..
'Buselik makamı' olmak lazım..
Buseye meftun..."


Halil İbrahim AYDIN
Akademisyen / Yazar


* Sensizliğe Alıştım Sanma (Şiir) - Mektup (Deneme) isimli kitaplarımdan oluşturulmuştur.

13 Eylül 2016 Salı

MODERN İNSAN'IN SERENCAMI

Bir zamanlar insanoğlu avcılık, toplayıcılık ile uğraşırken başka bir zaman diliminde ise tarımı temel uğraşı olarak benimsedi... Zamanla beraber hayat değişti ve insanlık sanayi toplumuna geçti... Tarihsel serüven içinde teknoloji gelişti, modernleşme kendini iyice yerleştirdi ve bilgi toplumu düzeyine gelindi...
***
Öyle bir zaman dilimidir ki bu, bilgiye ulaşmak son derece kolay... Değişen zaman içinde dönüşen insanoğlu çok kısa bir süre içerisinde adapte oldu, gelişim sürecine... Üretimden tüketime çoğu alanda değişiklik yaşandı. Elbette dönüşen insanoğlunun duyguları, tutumları, istekleri, yaşama biçimi de değişti... Daha çabuk tüketmeye başladı çoğu şeyi... Geleneksel bağlar zayıfladı ve birey ön plana çıkmaya başladı...
***
Zaman içinde modern toplum bireyi her daim yalnız bıraktı ve yalnızlık serüveni içerisinde ayakta durmaya çalışan insanoğlu 'Hep bana Rabbena' demeye başladı. Yalnızlığa sevk edildiği günden beri artık 'biz' olamadı... 'Ben' bilinçli rasyonel bireylere dönüştü, bireyselleşeyim derken yalnızlaştı farkında olmadan, modern insanoğlu...
***
Yavaş yavaş bireysel hayat zemin yaptı ve yaşama biçimi haline geldi. Esen her rüzgarda insanoğlu savrulmamak için önce güvenini yitirip, akabinde tüm normlarını kaybetti. Geride mi? Mantığın olmadığı aşık insanlardan, duyguların kaybolduğu rasyonel insanlara dönüşmeye başladı... 'Sev beni seveyim seni' mantığı ile sevgilerde payına düşeni aldı elbet... Yakın tarihe kadar mektup ile iletişim kurulurken, içinde bulunduğumuz altın çağda birden fazla iletişim kanalı, alternatifi gün yüzüne çıktı... Geçen yıllar içerisinde sevgiliye kart atılırdı, gidilen yerden... Ve büyük bir keyif ile hem yazılır hem de okunurdu... Çeşit çeşit kartlar hayatımıza renk katardı. Çoğu zamanda saklanırdı en güzide köşede... Zarflar ayrı bir dünya, pullar bambaşka... Kağıt-kalem ile sevgi dolu bir dünya... Günümüzde modern insan için ulaşmak kolay, iletişim kolay hatta sevmek bile çok kolay, elbet kopmak da... Post modern toplumun popüler gençliği çeşitli iletişim araçları ile yaşarken sevgisini, iletişimi de kolaylaştırmak da hatta alternatifleri de... Ancak, iletişimin kendisi yok olmakta...
***
Modern dünyanın rüzgarı ile beraber teknoloji ilerledi, şehirler gelişti ve yaşam değişime uğradı... Yaşanan bu değişim ve dönüşüm serüveni insanoğlunun kıyafetine, görüntüsüne sonrada ruhuna işledi... Karşılıklı sohbet edilen bir kültürden karşılıklı yazışma dönemine geçildi. İletişim mi arttı yoksa iletişim araçları mı bilinmez... Hasbihal olmak, hemhal olmak, hemdert olmak başka baharlara kaldı...
***
Geçen zaman içinde tüketim kültürü de değişti... Birbirinin gömleklerini giyen bir kuşaktan, gömlek değiştirir gibi insan tüketen bir kuşağa dönüşüldü... Ulaşmak çok kolay artık, tüketmek kolay, dünyanın öbür ucuna bağlanmak kolay, yeni insanlar tanımak... Modern insanların birbirilerini tükettiği bu altın çağda her şey faydayı anımsatmakta... Fayda uğruna insanlar yalnızlaşmakta... Şairin deyimiyle, "İnsanlar, insanların içinde insanlara hasret yaşamakta."
***
Geniş ailelerin hep beraber yaşadığı iklimden, 1+1 evlere uzayan zaman... Öyle ya, 'ben', 'biz'in önüne geçmiş durumda... Modern insanın sevgisi, hayalleri dahası yaşama biçimi değişti. Anı yaşamıyor modern insan, geçmiş yok, an yok, her daim gelecek kaygısı ile daha fazlasını arzuluyor... Modern insan huzursuz, mutsuz...
***
Di'li geçmiş zaman içinde çok şey geçti; duygular, bağlılık, geleneksel yapı, muhabbet deryası... Modern insan geçmişten ders çıkarmayı bile geçti... Her daim ilerleme çabası daha fazlasını elde etme kaygısı çoğu zamanda tüketme arzusu... Sonu olmayan ihtiraslar, bitip tükenmek bilmeyen istekler...
***
            Modern insan yalnız...
            Modern insan mutsuz, huzursuz...
            Modern insan kaygılı, hüzünlü...
            Modern insan samimiyetsiz, güvensiz...
            Modern insan sadece 'modern'...

***
                                                                                                  Halil İbrahim AYDIN
                                                                                               Akademisyen / Yazar
                                                                                                     



4 Temmuz 2016 Pazartesi

KALEM

Bir uçlu kalem gibiyim bugünlerde... Bir kağıdın ucunda, canında, yazdıkça yazılası; gelmek de mümkün gitmek de, kim bilir belki sevmek de... Cümlenin en güzel yerinde, kırıldı ucum, kanadım... Ve hiç bir silgi silemedi yaralarımı...
***
Yazdım yaralarımı saman kağıda, yokluğunda... Elimden tutsaydın yazar olurdum, bıraktın şair... Her ihtimalde mutlak eşitliğim olurdun... Şimdileri hangi tesadüf açıklar zaman demetini bir dem... Bitmez mi sandın iklim, bu öz işte bir dem...
***
Geriye hayal-i murad makamı kalır, bir de perdesiz gitarım... Bilirsin, yedi tellidir bağlama, bağlanmaz bir can'a... Bir hal bir makam, bir makam bin diğerkâm... Ve o hal, Muhâyyerkûrdî makamı adeta hayatım, "O beni bir bahâr akşamı terkedip gitti. Ne o geri geldi ne bu ömür bitti".
***
Gidişini yazmıştı yazgı, bense gelişini; güne bakan yanını... Kalem ile kelam arası işte... Bir zamanlar taşa, duvara yazdı ademoğlu en sevdiğinin adını, başka bir zaman diliminde ise kalem ile kağıda... Her nereye yazarsa yazsın aynı derdi şiyar edinedurdu, insanoğlu... Kalem tutmayı her bilen, yalnız kalması için yazdı... Geride mi? Değişmeyen yegâne şey kaldı, yazgı...
***
Kalem bir yazar, kelam edilsin diye ve yazılı olan kader... Kalemle kelam arası, hayat... Göz açınca adem, kelam edilir kulağına ezan ve adı yazılır ömrüne... Yaşar ademoğlu, önce yazılır adı, kimliğe bürünür bir iklime, son noktada yazılır mezar taşına... Ezanla başlar, ezanla biter yolculuğu kalemin... Ve sabâ makamıdır, sabah ezanı... Kalem kelama döner, kelam insana... Kelamı kadardır, âdemoğlu...
***
Böyledir yolculuğu kalemin... Ben gelişini yazmıştım... Oysaki, gidişin baştan yazılmıştı... Adın ömrüme kalakaldı... Kumru kalamadık belki ama çok kumru yedik adalarda... Hatıraların bana armağan kaldı... Senin dışında çok şey kaldı...  Kalem dediğin içinde bir alem, bir meal, bir amel barındıran kelâmdır, senden bana kalakaldı... Senden geriye kalem kaldı...
Kalem dediğin bir 'kal' bin devâ...
Yoktur artık bir mükâleme...
Bin kalem, bir kelam yegâne...
Bir tek kalem kalakaldı...
Öznesi yalnız sen olan kelâm kaldı...
Halil İbrahim AYDIN
Akademisyen / Yazar



12 Haziran 2016 Pazar

PAPATYA

Kalbinin güzelliği yüzünün güzelliğini geçtiği için gözlerin yeşermiş,
Baharın en orta yerine...
Şimdi sen uyuyorsun,
Yıldızlar kayıyor bir yandan diğer yana...
Dilek tutuyorum, bin yaprak bir papatya...
Bahar demişken bir baha sanki, düş değil elbet...
Düşlerim üşüyor bu gece,
Garip bir hece...
Başlı başına bir bilmece...
Yüzünün güzelliği kalbini besliyor...
Şimdi sen uyuyorsun ay kararıyor...
Bir kutup yıldızı gösteriyor seni bulmam için yönümü...
Bir yıldız bin papatya düşüyor aklıma seviyor, sevmiyor...
Olsa olsa bilmiyor,
Papatya(m)...
Yani; kır mevsimim...
Sev(m)iyor diye koparılan yapraklar...
Başa taç edilen umutlar...
Beyaz papatyam...

Halil İbrahim Aydın



6 Haziran 2016 Pazartesi

YAĞ'NUR

Hatırlıyorum, yağmurlu bir iklimdi... Saçlarına yağ'nur değdi ve ıslattı gönlümün en kılcal yerini... Hicaz misali yağan nur, ömrümün taksiminden dem aldı. Zaman, makam ile yüklem arasıydı. Akrep ile yelkovana rağmen akşamüstüne takılı kaldı, yağmur...
***
Şırıl şırıl sesi bir yana o eşsiz koku halen burnumda... Mevsim seni çağırmış gibi yağdı en derinden ve sen çıkageldin usul usul... Ömrümün en sade mevsimi, bir hazandı sanki... Nur bir yağdı ömrüme, gönlüme değdi... Sade bir mevsimsel devinim değildi, yağ'nur...
***
Toprak kokar yağmur sonraları her yanımız, nerden geldiğimizi unutmayalım diye... Bir avuç toprak ve hayat olan su; yağ'nur... Toprağa soluk olan yağmur... Bir de gökkuşağı çıkınca, sarar her yanımızı renk cümbüşü... İşte o an anlarsın gökkuşağı misali bir varmış bir yokmuş hikayesini... Yağmur, can olur bir çiçeğin gönlüne, deniz olur mavi günlere... Buhar olmak da hiç uzak değil, bahar olmak da, yağ'nur... Buharla bahar arası değişen yoldur, yağmur...
***
Şimdileri yağan her yağmurda, yağma ihtimali olan her bulutta, iklimde, mevsimde bir sonbaharda çoğu zamanda ilkbaharda anıyorum seni... Zemheride değil seni ıslatan nur... Ne bir gök gürültüsü ne de yıldırım... Güneşli bir gün, yağmur yağar, kulağıma gülşen-i vefa makamı çalınır...
***
Di'li geçmiş zamanları düşlüyorum, efsunkâr ışıltını... Süzülerek damla damla yağan nur; gülü bin eden, kışı bahara çeviren yağ'nur... Yağmur bir yağar kelimeler gibi cümleme... Yağ'nur bir yağar dua gibi ömrüme... Sen yağ nur...
Bugün günlerden bahar
Tenimi ıslatıyor sesinin rengi
Sanki bir bulut bir damla sen
Yağ sen
Billur gibi yağan nur...
***
Bir kuşa hayat olur ya da bir çiçeğe devâ, seni bana getiren yâren olur, yağ'nur... Bir bulut bir Nisan kimi zamanda Eylül, yaram olur... Olur işte, bugün yağan yarın bahar olur... Topraktan gelen toprakla hemhal olur... Toprağa düşünce yağ'nur insanlığa rahmet, birbirine değmeden denizine kavuşan damla özünde ademoğluna örnek olur... Olur, yağan her daim nur olur... Anlayana bir dem, insanlığa hemdem olur...
Sade bir nur...
Yağ'nur...


Halil İbrahim AYDIN