17 Aralık 2017 Pazar

MAVİ BİR SEVDADIR BİZİMKİSİ

Gözlerindeki hüznü kurula, mavi güne kalmadan…
Ufuksuz denizlere yolculuktur bizimkisi…
Uzaklaştıkça kendime, benliğime geldiğim…
Öz'e yapılan yolculuktur bizimkisi…
Ve mavi bir sevdadır.
Yalnızdık bu karanlık gecelerde…
Her imge seni her ezgi sensizliğimi hatırlatır.
Zamansız gecelere yolculuktur bizimkisi…
Ansız sevmelere inat yalnızlıktır alabildiğine…
Gözlerindeki hüznü kurula, mavi günlere kalmadan…
Mavi bir sevdadır bizimkisi…

Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar
(Mektup, 2015: sf.69)





26 Kasım 2017 Pazar

GİTME!

Bir an umutlanıyor insan…
Kim bilir gitmez belki…
İns'an işte!

Önce kitapları toplarsın bir bir,
Akademik kitaplar, romanlar,
Şiirler elbet hediye ettiklerin…
Derken elbiseleri bavullara yerleştirirsin usulca…
Kışlıklar bir yana, yazlıklar diğer yana…
Mutfak; bardak, tabak, çanak derken,
Kolilersin eşyaları ardı sıra…
Toplarsın tüm evi toplarsında bir toparlayamazsın kendini…
Fiili bir gitme eylemi gibi görünse de
Bantlayamadığın kolilerden anlarsın gidemediğini…
Kırılmış kalbin kenarda dursun,
Bardakların kırılmaması için büyük bir çaba sergilersin.
Tabaklar arasına kağıt bırakılacak,
Bardaklar özenle sarılacak
Ve düzenli bir şekilde dizilecek ömrünün en orta yerine…
Neyi, nereye, nasıl yerleştireceğini düşünedurursun da
Bir kendini yerleştiremezsin bir yere…
İçin içine sığmaz…
Gitmekle kalmak arası bir ruh hali sarar bedenini…
Söküldükçe perdeler yalnız olduğunu anlar,
Toparladıkça eşyaları yankılanan sesin ile kendine gelirsin…
Gelirsin gelmesine ama gelemezsin istediğin kıvama…
Gitmenin özünde vardır, gitme!
Oysaki sade bir iç çağrışımdır.
Kalbinin aklına oyunu…
Vakit gelince takvim geriye doğru sarar…
Topladığın her eşyada bir mana bulursun…
Bu kitabı bana o almıştı, bu hırkayı beraber beğenmiştik…
Üç parçadan oluşan demlik setini orjinal diye kapmıştık.
Bir yanında yerli bir kısmında kaçak çay içmiştik…
Bu filmi beraber izlemiş, mobilyaları özenle seçmiştik…
Mişli geçmiş zaman içinde özdeşlemiştik…
Düşünürsün, bugünden geçmişe doğru…
Tunalı Hilmi caddesinde çekindiğin fotoğrafı indirince duvardan
Anlarsın bittiğini, yani gittiğini…
Sonra inceden bir şarkı çalınır kulağına,
"Gitme sana muhtacım"
Her makam her nota ve her hücren dile gelir…
Gitme!
Sen gidersin,
Ben giderim benden…
Beyhude…
Eşyalar kamyona doğru yol alır.
Birlikte itina ile dizdiğin ev bir araç üstüne dizilir…
Yıllar süzülür göz pınarlarından…

Gitme!
Sen gidersen ben giderim.
Gitme desem, gitmesen?
Beyhude…

Gitme zamanı…
Benim öz'e gitme zamanım.
Gitme!

Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar
26.11.2017 - Batman


19 Kasım 2017 Pazar

Gayrisafi Mutluluk

Kişi başına düşen gayrisafi milli hasılayı hesaplamaktan, 
Kişi başına düşen safi kelimeleri anlamayı, 
Yani; mutlu kalmayı unuttuk.
Parayla saadeti aradık.
Ara ara mutlu,
Kimi zamanda u'mutlu,
Kalakaldık...

Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar



5 Ağustos 2017 Cumartesi

Dem

Saat dem'e bir kala 
Bin yıldız kaydı, 
Tek seni diledim.
Ay ışığı deniz üstünde
Yüzünü resmederken, 
Martılardan bir seni dinledim. 
Dalgalara hemdem dakikalarda 
Tek seni düşledim. 
Gece yarıları kumsalda seni bekledim 
Bu dem seni çok özledim.

Zamana Dipnotlar

Zamana Dipnotlar - I

Sen tek bir kelime bile söylemezken, 
Her sözcük anlattı seni bana, 
Bu yüzden kelimeler senden önde… 
Ama her kelimenin içeriği ise sadece sende… 
Anlam dünyam, sevdam sende…


Zamana Dipnotlar - II

Sana dair cümleler kurmak çok zor, 
Kalem kâğıttan hicap eder,
ben şairliğimden… 
Seni anlatmak zor, 
Teşbih yeteneğini kaybeder, 
Tecahül-i arif kâmilliğini… 
Tabiattır, tek benzerin bir gülüş, 
Bir güneş, bir bakış, hep mevsim… 
Doğayı anlatmak zor, 
Ne yağmur ne de bir bulut… 
Zamansız sevmeler, iklimsiz devinimler, 
Ve en eski coğrafya şahittir, 
Sana olan sevdama…


Zamana Dipnotlar - XI

Seni düşünmek istedim, şiir oldu, 
Tarif etmek istedim nesir...
İçimdeki aşkı yazmak istedim, roman oldu.
En kibar kelamlar sende hayat buldu. 
Çok zor anlatabilmek seni… 
Ne kelime dağarcığım yeter ne de beliğ sözler… 
Mana mı? 
Dokunmak istedim, zaman kayboldu…


Zamana Dipnotlar - XIV

Nefes almak gibi her şey 
Ve umarsız zaman… 
Kalbimin hikayesi kırık bir coğrafya üzerinde… 
Geceleri zor olur düşünmek, 
Ege mavisi gözlerini…


Zamana Dipnotlar - XVI

Ayrılık sahte tebessümden bir gömlek giymiş
Hüzün adını melankoli diye değiştirmiş
Yaşama acı,
Sevdaya sancı denmiş
Sensizlik bende büyük bir yer etmiş.
(2002 - Eylül)


Zamana Dipnotlar - XVII

Çok uzun yoldan geldim, 
Unutmuşum zeytinin tadını, 
Sazın sözünü…
Denizin mavisini, 
Unutmuşum martının sesini… 
İstanbul, 
Unutmuşum…


Zamana Dipnotlar - XVIII

Bir Zehra'ydı Ağustos deryası 
Nihavend makamlar mehtapta 
Neşe-i muhabbet kulaklarda 
Bir de telaş olmasa tebessüme çalan

3 Temmuz 2017 Pazartesi

GELİNCİK

Hatırlıyorum baharın ilk haliydi.
Güneş tenimi,
Radyoda çalan ezgi ruhumu,
Varma umuduyla çıktığım yolda
Bahar ise tüm ömrümü demledi.
Kırık bir zaman işte…
***
Yolda ki uçsuz bucaksız gelincik tarlası,
Kokusu ile gönlümü
Renkleri ile ahvalimi besledi…
Hem yolu hem de varmayı bir arada anlatan gelincikler…
Sade nasihat verdi.
Bir nevi aşk-efza makamı,
Tebessümdeki naifliğin resmi gibi,
Tarihsel bir devinim işte umut dolu…
Gelincik çiçeği…
***
Benim gelincik çiçeğim vardı
Yaşam dolu, renkli, birazda hassas
Huzur veren, rayihası ile umut aşılayan, çiçeğim
***
Her sabah ona bakar, koklar ve mutlu olurdum.
Bir gün bir yağmur yağdı.
Bahar yağmuru...
Gelincik çiçeğim başka bahara kaldı.
Yaprak toprağa sarıldı.
Bilmedim, bilemedim…
Önce üzüldüm,
İçim acıdı.
Dağılmış yaprakların hazin hikayesi,
Beni benden aldı.
Bir nevi son bahar…
Derken gökkuşağı çıktı.
Bambaşka bir renk cümbüşü…
Toprağın kokusu özümü hatırlattı.
Neye üzülüyorum ki ben,
Tabiatı okuyamamışken.
Kime kim için üzülüyorum,
Binlerce gelincik için yağan nur,
Toprağa hayat veren bir yağmur…
***
Benim gelincik çiçeğim vardı.
Her baktığımda seni anımsadığım.
Benim çiçeğe olan sevdam vardı.
Senin yerine sevdiğim gelinciklerim.
Sen
Gelincik çiçeğim,
Sevdiceğim…
Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar
Muş - Bitlis arası Gelincik Tarlası

29 Haziran 2017 Perşembe

SEN NERGİS OL BEN ILGIN

Henüz yeni düşmüştü cemre toprağa, önce havaya sonra suya, derken toprağa; yani insana… Bahar gelmişti artık ruhumuza ve ısınmıştı insan insana… Böyle bir zamanda niyet ettik, fidan ekmeye ve toprağa… Öyle ya! Topraktan gelip toprağa gidecek olan âdemoğlunun ne varsa elinde, içinde ekmeli toprağa, filizlensin, yeşersin diye… Bir çiçek bin umut olup eklensin bahara, sevdaya, yâra, yaraya… Belli mi olur? Fidan ekersin Nergis; doğasına, iklimine pembe bir Ilgın olur… Olur işte, biraz Nergis biraz Ilgın olur…
***
Payıma düşen fidanı buluştururken toprakla, bilemezdim ömrümün de yeşerebileceğini… Fidan diktim, Nergis doğdu; umudun ve sabrın simgesi Nergis oldu. Böylesi bir iklim ve zamanda can suyu oldu hayatıma… Bir dokundum toprağa, bahar oldu ruhuma… Böyle işte! Böyle… Sen Nergis ol ben Ilgın…
***
Öğrenmiştik daha çocuk yaşta… Bol yapraklı ağacın hikmetini… Çiçekleri, elbet sevgiyi… Buldum doğasında Nergis'i… Sesinde, bakışında naifliğin resmi olmayan tarihini… Bu mevsim bu bahar… Açan her yaprak seni hatırlatır bana… Bu bahar yazdı seni ömrüme ve bu yaz adın doldu gönlüme. Bir Nergis hep bahar...
***
Böyle işte! Fidan diktim, Nergis doğdu. Yeni dünya olurum Nergis'e,  vitamini içinde ruhuna ömür, Erik dalının rayihasında umut... Nar çiçekleri ile gülüşüne bin, Çam ağacının kozalağı olurum. Yanarım har ile, Akasya olur, bahar dolarım. Vitamini içinde bir mey olurum. Sana iyi gelen ne varsa… Olurum işte! Sen Nergis ol ben Ilgın…
***
Bahar bu belli mi olur… Bazen ilk bazen son olur… Tam Güneş çıktı derken yağmur olur kimi zamanda yağmur yağmaz imtihan, yaprak açmaz sonbahar,. toprakta, yaprakta saatler bir yana Hicaz olurum. Doğanın özü, son bahar olurum. Suskunluk gözlerinde kaygılı gecelerine umut olurum. Sen Nergis ol ben bahar olurum… Bilirim rüzgara dayanıklıdır Ilgın… Sen Nergis ol ben Ilgın olurum…
***
            Nergis mevsimi geçmesin diye,
            Takvimi fidan gününe sabitledim.
            Nergis çiçeği,
            Kokun her daim yanımda…
            Ilgın mevsimler gelecek elbet…
            Sen Nergis ol ben Ilgın olurum…
            Fark etmez ilk veya son…
            Ben her bahar seninle olurum…
            Ömrüne neşe,
            Gönlüne pembe umut olurum.
            Biraz Nergis
            Biraz Ilgın
            Olurum… 
Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar

8 Nisan 2017 Cumartesi

MEVSİMSEL BEN'LİK

Eylül'de sararır,
Kasım'da kopar,
Nisan'da var olurum...

Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar
(Mektup, sf.64)

3 Nisan 2017 Pazartesi

SAKLAMBAÇ

Hemen hemen herkesin evinde aynı desenli perde, benzer halı ve aynı tür çay tabağı kullandığı yıllardı… Oda ortasında soba ve etrafına sıcak insanlar dolardı… Kalabalık evlerde küçük odalar, yüreği büyük insanlar ve hemhal olunan akşamlar payını alırdı… Okul önlükleri gibi televizyonlar da siyaha çalar ama yürekler rengarenk kalırdı… Hiçbir perde kapatamazdı muhabbetin demini… Zaten çay tabağının da bir önemi yoktu… Önemli olan çay ile bir hal olmaktı…
***
Muhabbet demlenir, çocuklar kendi aralarında dellenir, zaman dillenir, giderdi. Küçük dünyanın büyük halleri işte… O zamanlar şehirler arasında bir hayli mesafe vardı. Bir yerden başka bir yere gitmek sorun ama gönülden gönüle köprüler kurmak esastı. Ve mahalle kültürü ile komşuluk hakkı irfanımızdı.
***
Henüz ayak oyunlarının keşfedilmediği yıllardı, bilinen en keyifli oyun saklambaçtı… Kaybedilen dostu bulma sancısı ve bulunca da kazanılan bir oyundu bu…  Adında saklanma olsa da özünde bulma kültürü vardı, dost olanı… Kaybettiğin dostu bulma, diğerkâm… Böyle işte… Çocuklar sokakta oynar, birbirlerini bulur ve toprakla iç içe büyürlerdi… Doğa ile iç içe olunca oyunlarda suyla, toprakla gelip, giderdi işte… Saklambaç oynanırdı her dem ya da bir hikaye okunurdu edebi yad edercesine hemdem…
***
Zaman geçti ve geçen zaman içinde çok şey değişti. Evler büyüdü, odalar çoğaldı… Ama ev bir yana odayı dolduran insan sayısı her geçen gün azaldı. İnsanoğlu kendiyle başbaşa kalakaldı… Şehirler, ülkeler dünyanın her yanı ile mesafeler azaldı… İnsanlar çoğaldı kendi yalnızlıkları içine… Çabuk bağlanıp, bir o kadar çabuk kopmalar başladı… İletim arttı, iletişim azaldı. Karşılıklı yapılan, işteş olan ne varsa başka bahara kaldı…
***
Perdeler değişti ilk olarak, sonra halılar… Halısı, perdesi değişen insanlar değişti… Çay tabakları kristalleşti… Maneviyat maddiyatla yer değişti… Ve oyunları gelişti, insanoğlunun… Saklambaç oyununu unuttu, yüzünü değiştirdi… Kaybolanı unuttu, özünü, özetini… Ayak oyunları ile akıl oyunları arasında ömür tüketen insanoğlu, âdemoğlu olduğunu unuttu… Toprağı unuttu, suyu unuttu… Sade zaman değişti…
***
Modernleşti koca dünya, dahası kentleşti ve uzaklaştı topraktan, yapraktan… Ne bahar kaldı ne de baha, bir hâr kaldı payına… Betonarme yapılar içinde soğudu önce kendine sonra ötekine… Çay tabağı bir yana modern kahve kültürü dolandı damağına… Kırk yıl hatırı olmayan bir gelişmişlik sarıldı ruhuna… Muhabbet kendi ruhuna darıldı… Muhabbetin özü olan sevgi ve sohbet daraldı…
***
Konuşan çoğaldı elbet lakin anlayan kalmadı… Modern toplum işte… Anlamaz, dinlemez, umursamaz insanlar doğurdu… Şimdileri herkes kendi kimsesizliğinde kendi sessizliğinde…
***
            Modern insan çoğaldı…
            Saklandı âdem olan…
            Ol'ma irfanı azaldı…
***
            "Elma dersem çık, armut dersem çıkma" diye bağıran kalmadı…
            Yine de haykırıyorum elma diye ey âdemoğlu elma…
            Sen bunu unutma…
            O atasözünü unutma, "Âdem elmayı ısırdı, benim dişim halen sızlar".
            Âdem olmayı unutma, âdem kalmayı…       
            Ey âdemoğlu…

Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar





26 Mart 2017 Pazar

SABRET

Hicret yurdundan muhabbete uzayan an...
Cefa ile vefa arasıdır, zaman...
Zaman dediğin yalnızca bir imtihan...
Bin amin bir iman...
***
Mina, aşk ve rahmet...
Gönlündedir asıl olan gurbet...
Sen'den gelene hürmet...
Sabret ey gönül sabret...

Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar




22 Mart 2017 Çarşamba

BİR BAHAR BİR NEHİR BİN SEYİR

Dicle nehri ile başlayan, Tuna nehrine uzayan, mevsimden mevsime koşan bir hikayeydi… Saat gecenin bir yarası, dakikalar hemdert oldu kelimelerime…
***
Denizi olmayan kentlerin nehirleri uçsuz, bucaksız olur… Bir başka akar mevsim, zaman ve iklim, demlenircesine… Dalga sesi olmasa da suyun özü, sözü seslenir kalbe usul usul… Ve o an güneş ışınlarının yüzündeki yansıması yazılır, durur ömrüme… Şimdi sen uyuyorsun, tüm yıldızlar benziyor, mahur sözlerine. Bazen gitmek gerek en öz'e, savrulursun anlamı bitmeyen bir söze… Vurulursun bir çift asude göze… Böyledir işte böyle gözün öz ile muhabbeti… Sen bakarsın o görür… Saat mi? Gecenin bir demi, takılı kalır, aklının derinliklerine… Ve bir neva buselik makamı çalınır en derinden gönlüme…
***
İlk baharlı bir iklimdi… Yağmur yağıyordu İpek Yolu'nun ipeksi toprağına ve tüm nehirleri sarıyordu leylak rayihası … Palamut meşesi sevmiyor da değildik… Baharlardı, en büyük tutkumuz… Nehirler mi? Bir nevi seyrüsefer, dur durak bilmeyen… Akşam üstü dakikalar ve Tuna nehrine nazaran gelen, geçen baharlar…
***
Cemre düşer toprağa bahar gelsin diye ve nehirler akar ömrüme… Bir de yıldızlar olmasa adını anımsatan… Tutuyorum dilekleri saçlarının her savruluşundan… Sen uyuyorsun bir kanun esiyor en derinden... Papatya sarısı umutlar bekliyor… Maviye çalmasa da gözlerin, gönlümü çaldığı gecenin tanıklığında… Gece, sen'siz sade bir hece… Sen; yani siz… Tiber nehrinden seslenseniz, olma heyecanı ile bir bilinmezsiniz…
***
Şimdileri kelimeler hüznün deminde… Gülüşünle bronzlaşan ruhum bir palmiye sevdası gibi sıcak tutuyor içimi ve gülüşünü hatırlatan ırmak iklimi… Bir bahar hep gece… Bu bahar hazır seyre… Seyreyledim Tuna'yı, bildim Ege kokardı. Tiber bir başka akardı… Dicle gidişine ağlardı… Payıma her daim Tuna kalırdı… Bir bahar bin nehir işte…
            Cemre düşer toprağa bahar gelsin diye ve nehirler akar ömrüme…
            Cemre hangi zamanın makamında düşecek, ademoğlunun öz'üne, sözüne?
            Bir bahar bin nehir…
            Sade bir seyir işte…
           
Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar