23 Nisan 2013 Salı

SEN GİDERSİN FERYAD EDER YÜKLEMLERİM


Her daim toplumun özüne anlam dünyası ile dokunan, coğrafyanın sosyolojik dokusuna mana katan, kimi zaman sevinçli kimi zaman hüzünlü olan, her duyguyu içinde barındıran kelimeler… Var olduğu günden beri iletişim kurmamızı sağlayan, mağaralardan başlayıp kağıda kadar uzanan yolculuğunda her daim ağlayan, ağlatan, sızlatan, güldüren, sevindiren, düşündüren kelimeler…
Ne tarih kaldı sırtında taşımadığın ne aşklar… Tanık oldun savaşa da barışa da hiç bozmadın kendini ne isen o oldun hep ve sana ne aktarıldı ise onu yansıttın günümüze… Hayatı anlattın, tecrübelerini paylaştın insana dair ne varsa her daim tebliğ ettin… Ders çıkarsın, yanlış yola sapmasın diye kendini tanzim ettin, örnek oldun düzeni bozmasın diye insanoğlu… Her yola başvurdun şiir oldun deneme oldun, kimi zaman köşede bir yazı oldun bazen de büyük bir roman. Çocuk anlasın diye öykü oldun, büyük okusun diye ansiklopedi… Karta yazılınca gurbet oldun, mektuba yazılınca sevda, surlarda bulunca izini tarih oldun… Her millete ulaştın her dile büründün belki harflerin değişti, yapın gramerin değişti ama hep aynı derdi şiyar edindin kendine… Anlam dünyasının gülü kelimeler…
Bütün sermayem harflerdir, kimisi ünlü kimisi ünsüz. Bazıları kalın bazısı ise ince olan ve çocukluğumdan beri oynadığım kelimeler… Hep içimde gizlediğim, düşümde büyüttüğüm bazen aşk diye haykırdığım, dizelerde somutlaştırdığım hayal dünyam, rüyam kelimeler… Henüz 16 yaşındayken fark ettim etkileyici gücünü seni güzel kullanınca belagat oluyordun, biraz uzaklaştım mı kendinden feragat… Sen diyordum ben oluyordum, ben derken sen kokuyordum. Eşanlamın oluyordum, özdeyişin… Sana ulaşmak için harfleri köprü yapardım noktası olmayan bol virgüllü cümleler kurardım. Ana düşüncesi yalnız sen olan denemeler, başlığı sen olan hikayeler…
Sana yazdığım kelimelerin senden uzakta anlam bulduğu yegane yer ise ezgiler oldu. Her makamda ayrı bir tat ayrı bir hayat doldu… Ses verince nota, yürekten dans eder kelimelerim sana kavuşma telaşı içinde… Öznesi sen olursun yüklemi belirsiz, birde hicaz yok mu beni benden alan bütün cümlelerin devrik olur yüreğim devrik… Tamlamasız, saf sen kokan dakikalarda kulağım kabarır makamlara, o an dökülür sözcükler bam telimden önünü arkasını düşünmeden nesnesiz, kimsesiz… Şimdileri yalın, yalnız gecelerde gemi yapıyorum bütün kelimelerimi senden uzak bir nehir kıyısında… Heceliyorum hislerimi kağıda, içimde bir hüzzam şarkı bırakıyorum Dicle sularına duygularımı, sevdamı, beni ben yapan harflerimi… Geçmişi bugüne taşıyan kelimeler seni bana getiremedi bir türlü… Haksızlık yapıyor olabilirim, üstüne çok yükleniyor da olabilirim ama senden başka sitem edeceğim, ağlayacağım, derdimi dökeceğim, saf bir beyaz kağıt üzerine iz bırakabileceğim, işte bu benim diyebileceğim neyim var ki…
Bu sabah biraz hüzün kokuyor toprak sonbahardan olsa gerek, içimdeki sızı, boğazımdaki düğüm bundan mıdır bilemiyorum… Öyle ya topraktan yaratıldı insan… Esen her rüzgar da sallanan her yaprakta durulurum, kulağıma acemkürdi misali dokunur güz yeli… Birde koptu mu dalından sarı yaprak, eksilirim, azalırım… Ne kalır ki benden geriye? Bir mezar taşı birde olmazsa olmaz kelimeler… En sevdiğim kelimedir Eylül içinde biraz sarı birazda hüzün barındıran, beni benden alan seni bana katan… Baharın tanımı, hüznün rengi, gülü solduran, bülbülü ağlatan o eşsiz, o mana Eylül… Geldi mi Eylül kopar kelimelerim dalımdan, dilimden, kalemimden… Bir iz olur akarım beyaz bir kağıda…
İtiraf etmeliyim ki uzun zamandır düşünüyorum nasıl bir halet-i ruhiye beni uzaklaştırdı diye… Oysaki ne kağıda kırgınlığım vardı ne de kaleme küsgünlüğüm… İçimdekiler her daim beyaz bir kar tanesi olup bekledi yağacağı günü… Ve gün gelmiştir geri dönmek mükemmel bir hissiyat… Kar yağarken gökyüzünün bürünmüş olduğu bütün pembeliği içimde hissediyorum, bir o kadar da iklimim berrak, üşümüyorum da üstelik… Kelimelerimin hiç biri diğerini rahatsız etmiyor, ne bir tene değiyor ne de birbirine… Hiç şüphe yok öznesizliğin vermiş olduğu bir yalnızlık hissediyor nesnelerim… Tamlamasız olmak zor, belirsiz veya gizli özne ile ilerlemek çok zor… Bu zorluğu en iyi anlayan yüklemlerimdir… Her daim kahrımı çeken çoğu zaman da derdimi, sıkıntımı, sevincimi tek başına göğüsleyen yüklemlerim…
Uzun süredir yazamamamın en büyük sebebi yüklemlerime soru soramamamdır… Soramıyordum işte kim diye… Ne olduğunun da bir önemi yoktu… Öyle ya gitmiştin açıklama yapmadan, arkana bakmadan… Sırf özneyi belirlemek için yükleme yapılan zulüm niye… Sürekli sormak, sorgulamak niye… Gittin, gittin işte hepsi bu sade bir kelime… Gidişindi bana öznesiz cümleler kurmayı öğreten, yüklemlerimle sörf yapmayı benimseten… Önce fiillerden uzaklaştım sonra bütün öznelerden… Ne olduğunun bir önemi yoktu bütün işteş fiiller bir gün bitiyordu öğrendim… Birlikte yapılanlar geride kaldı artık, tanımlama yapmak zor… Ne denilir bilmiyorum, tek kelime yeter mi? Anı olabilir mi ya da tecrübe… Kelimelerimle koca bir dünyam varken umarsızca hayatıma girip, bütün sözcüklerimden ekleri çalma sürecine aşk denir mi? Biran olsun el ele yürüyünce sıfatsız, zamansız her daim birbirimizi tamamlayacağımızı sanmıştım… Kağıdıma, kalemime, kelimelerime, yüklemlerime yaptığım bu ihanetten dolayı pişmanlık duymamdır aylardır tek satır yazmıyor olmam… Rüzgar eser, zaman geçer, su akar, hayat biter... Geriye mi temelini attığın yüklem inşaatından başka bir şey kalmaz… Umudum o ki, aramıza giren zamanı görmezlikten gelebilirsin, kamilliğinden sual olmaz tıpkı yapın gibi bilmezlikten gelir ya da güzel sebebe bağlayabilirsin… Sen gidersin feryad eder yüklemlerim…
Selam ve muhabbet ile…
Halil İbrahim AYDIN