8 Nisan 2017 Cumartesi

MEVSİMSEL BEN'LİK

Eylül'de sararır,
Kasım'da kopar,
Nisan'da var olurum...

Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar
(Mektup, sf.64)

3 Nisan 2017 Pazartesi

SAKLAMBAÇ

Hemen hemen herkesin evinde aynı desenli perde, benzer halı ve aynı tür çay tabağı kullandığı yıllardı… Oda ortasında soba ve etrafına sıcak insanlar dolardı… Kalabalık evlerde küçük odalar, yüreği büyük insanlar ve hemhal olunan akşamlar payını alırdı… Okul önlükleri gibi televizyonlar da siyaha çalar ama yürekler rengarenk kalırdı… Hiçbir perde kapatamazdı muhabbetin demini… Zaten çay tabağının da bir önemi yoktu… Önemli olan çay ile bir hal olmaktı…
***
Muhabbet demlenir, çocuklar kendi aralarında dellenir, zaman dillenir, giderdi. Küçük dünyanın büyük halleri işte… O zamanlar şehirler arasında bir hayli mesafe vardı. Bir yerden başka bir yere gitmek sorun ama gönülden gönüle köprüler kurmak esastı. Ve mahalle kültürü ile komşuluk hakkı irfanımızdı.
***
Henüz ayak oyunlarının keşfedilmediği yıllardı, bilinen en keyifli oyun saklambaçtı… Kaybedilen dostu bulma sancısı ve bulunca da kazanılan bir oyundu bu…  Adında saklanma olsa da özünde bulma kültürü vardı, dost olanı… Kaybettiğin dostu bulma, diğerkâm… Böyle işte… Çocuklar sokakta oynar, birbirlerini bulur ve toprakla iç içe büyürlerdi… Doğa ile iç içe olunca oyunlarda suyla, toprakla gelip, giderdi işte… Saklambaç oynanırdı her dem ya da bir hikaye okunurdu edebi yad edercesine hemdem…
***
Zaman geçti ve geçen zaman içinde çok şey değişti. Evler büyüdü, odalar çoğaldı… Ama ev bir yana odayı dolduran insan sayısı her geçen gün azaldı. İnsanoğlu kendiyle başbaşa kalakaldı… Şehirler, ülkeler dünyanın her yanı ile mesafeler azaldı… İnsanlar çoğaldı kendi yalnızlıkları içine… Çabuk bağlanıp, bir o kadar çabuk kopmalar başladı… İletim arttı, iletişim azaldı. Karşılıklı yapılan, işteş olan ne varsa başka bahara kaldı…
***
Perdeler değişti ilk olarak, sonra halılar… Halısı, perdesi değişen insanlar değişti… Çay tabakları kristalleşti… Maneviyat maddiyatla yer değişti… Ve oyunları gelişti, insanoğlunun… Saklambaç oyununu unuttu, yüzünü değiştirdi… Kaybolanı unuttu, özünü, özetini… Ayak oyunları ile akıl oyunları arasında ömür tüketen insanoğlu, âdemoğlu olduğunu unuttu… Toprağı unuttu, suyu unuttu… Sade zaman değişti…
***
Modernleşti koca dünya, dahası kentleşti ve uzaklaştı topraktan, yapraktan… Ne bahar kaldı ne de baha, bir hâr kaldı payına… Betonarme yapılar içinde soğudu önce kendine sonra ötekine… Çay tabağı bir yana modern kahve kültürü dolandı damağına… Kırk yıl hatırı olmayan bir gelişmişlik sarıldı ruhuna… Muhabbet kendi ruhuna darıldı… Muhabbetin özü olan sevgi ve sohbet daraldı…
***
Konuşan çoğaldı elbet lakin anlayan kalmadı… Modern toplum işte… Anlamaz, dinlemez, umursamaz insanlar doğurdu… Şimdileri herkes kendi kimsesizliğinde kendi sessizliğinde…
***
            Modern insan çoğaldı…
            Saklandı âdem olan…
            Ol'ma irfanı azaldı…
***
            "Elma dersem çık, armut dersem çıkma" diye bağıran kalmadı…
            Yine de haykırıyorum elma diye ey âdemoğlu elma…
            Sen bunu unutma…
            O atasözünü unutma, "Âdem elmayı ısırdı, benim dişim halen sızlar".
            Âdem olmayı unutma, âdem kalmayı…       
            Ey âdemoğlu…

Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar