Hemen hemen herkesin evinde aynı desenli perde,
benzer halı ve aynı tür çay tabağı kullandığı yıllardı… Oda ortasında soba ve
etrafına sıcak insanlar dolardı… Kalabalık evlerde küçük odalar, yüreği büyük
insanlar ve hemhal olunan akşamlar payını alırdı… Okul önlükleri gibi
televizyonlar da siyaha çalar ama yürekler rengarenk kalırdı… Hiçbir perde kapatamazdı
muhabbetin demini… Zaten çay tabağının da bir önemi yoktu… Önemli olan çay ile
bir hal olmaktı…
***
Muhabbet
demlenir, çocuklar kendi aralarında dellenir, zaman dillenir, giderdi. Küçük dünyanın
büyük halleri işte… O zamanlar şehirler arasında bir hayli mesafe vardı. Bir
yerden başka bir yere gitmek sorun ama gönülden gönüle köprüler kurmak esastı.
Ve mahalle kültürü ile komşuluk hakkı irfanımızdı.
***
Henüz
ayak oyunlarının keşfedilmediği yıllardı, bilinen en keyifli oyun saklambaçtı…
Kaybedilen dostu bulma sancısı ve bulunca da kazanılan bir oyundu bu… Adında saklanma olsa da özünde bulma kültürü
vardı, dost olanı… Kaybettiğin dostu bulma, diğerkâm… Böyle işte… Çocuklar
sokakta oynar, birbirlerini bulur ve toprakla iç içe büyürlerdi… Doğa ile iç
içe olunca oyunlarda suyla, toprakla gelip, giderdi işte… Saklambaç oynanırdı her
dem ya da bir hikaye okunurdu edebi yad edercesine hemdem…
***
Zaman
geçti ve geçen zaman içinde çok şey değişti. Evler büyüdü, odalar çoğaldı… Ama
ev bir yana odayı dolduran insan sayısı her geçen gün azaldı. İnsanoğlu kendiyle
başbaşa kalakaldı… Şehirler, ülkeler dünyanın her yanı ile mesafeler azaldı…
İnsanlar çoğaldı kendi yalnızlıkları içine… Çabuk bağlanıp, bir o kadar çabuk
kopmalar başladı… İletim arttı, iletişim azaldı. Karşılıklı yapılan, işteş olan
ne varsa başka bahara kaldı…
***
Perdeler
değişti ilk olarak, sonra halılar… Halısı, perdesi değişen insanlar değişti…
Çay tabakları kristalleşti… Maneviyat maddiyatla yer değişti… Ve oyunları
gelişti, insanoğlunun… Saklambaç oyununu unuttu, yüzünü değiştirdi… Kaybolanı
unuttu, özünü, özetini… Ayak oyunları ile akıl oyunları arasında ömür tüketen
insanoğlu, âdemoğlu olduğunu unuttu… Toprağı unuttu, suyu unuttu… Sade zaman
değişti…
***
Modernleşti
koca dünya, dahası kentleşti ve uzaklaştı topraktan, yapraktan… Ne bahar kaldı
ne de baha, bir hâr kaldı payına… Betonarme yapılar içinde soğudu önce kendine
sonra ötekine… Çay tabağı bir yana modern kahve kültürü dolandı damağına… Kırk
yıl hatırı olmayan bir gelişmişlik sarıldı ruhuna… Muhabbet kendi ruhuna
darıldı… Muhabbetin özü olan sevgi ve sohbet daraldı…
***
Konuşan
çoğaldı elbet lakin anlayan kalmadı… Modern toplum işte… Anlamaz, dinlemez,
umursamaz insanlar doğurdu… Şimdileri herkes kendi kimsesizliğinde kendi
sessizliğinde…
***
Modern insan çoğaldı…
Saklandı âdem olan…
Ol'ma irfanı azaldı…
***
"Elma
dersem çık, armut dersem çıkma" diye bağıran kalmadı…
Yine
de haykırıyorum elma diye ey âdemoğlu elma…
Sen
bunu unutma…
O
atasözünü unutma, "Âdem elmayı ısırdı, benim dişim halen sızlar".
Âdem
olmayı unutma, âdem kalmayı…
Ey âdemoğlu…
Halil İbrahim Aydın
Akademisyen / Yazar