9 Kasım 2014 Pazar

EKSİK KALAN YÜKLEM


"Her özne varlığını ancak yüklemi ile ortaya koyabilir"
Halil İbrahim AYDIN

Karanlık, aydınlıklar gecenin zihin gündeminde... Bir bahar akşamı sanki yıldızlar asude... Ay gecesine küsmüş adeta, bir başına... Deniz dalgasız, gök martısız... Akşam üstüne dokunur sevdalar...
Geceleri bir başkadır, zaman; renk değiştirerek akar... Güneş devredince iklimi geceye, ezgiler ayrı bir makama çalar, resim ise bambaşka bir hava... O dakikalar seni düşünmek mevsimi değiştirir... Yokluğun gelince aklıma sonbaharı gösterir zaman ve dökülmeye hazır yapraklar... Bu gece yine yıldızlara bakarak uyudum, gün doğunca şair uyandım...

Sonbahar, yeşilin sarıya döndüğü makam... Yazın kendini Eylül'e bıraktığı nesir anı... Saatler Eylül'ü gösterir, takvimler makama bırakır kendini... Dalından kopmuş, sararmış, kurumuş yaprakların zamanıdır, Eylül... Bir nevi geriye dönüş, toprağa dönüş, öze dönüş dönemi ya da iklimidir. Kuru dalların, kopmuş yaprakların, yarım sevdaların ayıdır, Eylül... Hatırlıyorum, rüzgar eserdi derinden, kulağımda uşşak makamı, tutunamadım... Rengim solmuş, kopmuştum işte... Gecesi ayrı gündüzü apayrı baharın sonudur, Eylül...
Gündüz ile aynı zeminde durmaz zifiri Eylül akşamları... Beyaz kağıtlar daha bir parlak durur, mürekkebe hasret anlarda... Çoğu zaman ay ışığında buluşur kalem ile kağıt... Tüm cümleler devrik, sokaklar manaya çalar... Birde saklanınca imgelere, kafiye olur akarım gecenin bilinmezliğine... En çokta gece çıktığım yolculuklara sığınırım... Öyle ya yol bir öyküdür...

Noktası olmayan çok cümleler kurdum... Ya sonu gelmeyen baharlar aldı yüklemimi benden ya da Eylül'e kaldı... Ve soğuk havaları renkli mekanlarla kırmaya çalıştığımız günler… Her daim iklim yeşil, günler mavi, gece zifiri… Ama sen yoktun...  Sonra bir de baktım gece olmuş, devralmış yine hüzün sevgiyi…

Sesinde sesim kesilsin isterken, dakikalar adaş oldu çaresizliğime, iklimsel yağmurlar öncesinde... Islandım iliklerime kadar, bir yanım yağmur her yanım yüklem... Eksik kaldı cümlelerim, mana aynı mana, özne aynı özne... Yetmedi yüklemlerim... Üstelik gizli de değildi öznem... Her nesnem sen, anlam dünyam, gecem, öyküm, sen... Her özne varlığını ancak yüklemi ile ortaya koyabilir... Öznem sen, yüklemim sen, cümlem sen, eş anlamım sen... Yani bir sen...

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Feryadım Sana

Her türkü öyküsüne yanar, her ana da yavrusuna…
Her gün gecesine yanar, her gece de sevdasına…
Sevdalar çoktur ama tüm yalnızlıklar bana…
Yalnızlık zamana, zamanda senin olmadığın her ana…
Yanmak ateşten ötedir, ateşler günaha…
Günahım çoktur ama yokluğunda sarhoş dünyama…
Dünya renk cümbüşüdür, renkler pembe tatlara…
Pembe gönlümdedir, sevdan da güneşi doğan her sabaha…
Güneş umudum olur yeşermeye hazır topraklara…
Toprak hayat olur bir bahardan bir bahara…
Baharlar içime dolar, aşklar kırlara…
Aşıklar sazlara yanar, sazlar notalara…
Her nota sana yanar, ben de her türküde sana…
Hikayem sen olursun, ezgim sen…
Yalnızlığım sen, hasretim sen…
Yanmalar bana, tüm feryadım sana…
HALİL İBRAHİM AYDIN
Kasım 2009 SİVAS

RENK KARMAŞASI

Güneş ilk bu kentte doğar, kelimeler ilk ve dualar eşlik eder güneşin yükselişine… Aydın ışıklar bu kentte başlar, bilimin, medeniyetin tohumları bu topraklarda… Bu kadim topraklar ki insanlığın yeniden var olması ile tarihin sırtında ulaşır günümüze… Biraz yorgun biraz da kırgın işte…  Tek kırılan kent değil elbet, biraz toprak ve aslolan insan…
Geçerken ömrüm bu sınır kentinde tedirgin olur yüreğim belirsiz bir ihlale… Tel örgüler sarar benliğimi, zamansa hasrettir kavuşmaya… Notalar da gizlidir sevdalar, kavuşmalar… Sınır kentlerinde sevdalar daha bir ağır olur, yollar daha bir uzun… Sevdaya sınır olur yüreğim, her an sana…

Normalden daha duygusal olur insan bu coğrafyada ve zaman yelkovanı bırakıp akrebi kovalar… Yeşili daha yeşildir mavisi bambaşka bir mavi doğa olayları can bulur tabiatta, doğa ise bir başına… Köyleri boştur belki ama yürekleri yine de hoş… Bir başka aşık olur insan bu kentte, güneş ışıkları eşlik eder sevdaya, burcu burcu kokar tüm doğa coğrafya da… Bir yanı Fırat her yanı Dicle akar durur. Güneş ilk bu kentte doğar, kelimeler ilk… Yeşili daha yeşildir mavisi bambaşka bir mavi…

Bir yaprak ne yeşili unutur ne de sarıyı… Bir renk karmaşası değil elbet, hayata tutunma meselesidir bu… Güz meltemi alır sarıyı dalından, canından… Su akar, zaman geçer, yaprak düşer. Rüzgar eser, mevsim geçer, kuşlar her daim öter. Bir de sessizlik olmasa yokluğunu hatırlatan. Hepimiz kendi yalnızlığımızda kendi saklımızda… Hep kağıt yanacak değil ya elbet yürekte yanar… Çıkmaya gör yola sızlar en taze yaralar,  gözler bakar yola kulaklar ise telefona… Uzun yoldan geldim işte molasız, duraksız… Yol üstü dakikalarda yaşamadım üstelik… Bugünler de sana dair cümleler kuruyorum, sana özel ezgiler… Özleme eş oluyor her an ve yokluğun… Her daim eksiklik vardı yelkovana dair, yalnızlık mı akrep misali… Ve ne zaman kesişeceğini bilmemek akrep ile yelkovanın…

Bir yaprak ne yeşili unutur ne de sarıyı… Gül, bülbül meselesi değil elbet, olsa olsa varlığını idame ettirebilme meselesidir bu… Yalnız kalmak, solmak, kopmak sadece insana mı aittir? Olsa olsa toprağa kavuşma meselesidir bu… Nokta koyardım tamamlanmış sandığım cümlelerime meğer ne kadar da yanılmışım hep eksik kalmış yeşilim gönlüme… Mevsimlerden Sonbahar, aylardan Eylül’ü gösterdi mi takvim, sarar benliğimi bir hüzün… Ne yaprak kalır dalında ne de renk insan da…

İnsanoğlu yaprak misali iki renk arasında gider, gelir… Her renk bir ruh hali, her renk bir zaman dilimi… Önce tomurcuktur, sonra selvi… Derken yeşermesi an meselesi, sararmak mı hiç uzak değil… Zaman iki renk arasıdır insan için bir yanı yeşil, diğer yanı hep sarı… Özne yüklem misali arada kalan bir iki fiilimsi, bir iki de nesne… Geride ne kalabilir ki bırakacağı; fiilimsilerden oluşan anılar, nesnelerden oluşan hatıralar… Birde olmazsa olmaz yüklemler… Ben her yüklemimde sana vardım. Daha doğrusu her yüklemimde seni yazdım… Belki de yazamadım seni… Ve seni çok yazdım da karşılayamadı anlamı itibari ile sana olan hissiyatımı, halet-i ruhiyemi… Kaç kağıt harcamışımdır senin için, kaç kalem kırmışımdır… Her hafta mecburiyetten gittiğim yollar bilir sana olan sevdamı… Sana olan sevgimi geçtiğim kentlerden sor… Uyuyamadığım her kilometreden sor, tutulan kelimelerimden, bitmeyen cümlelerimden, içinden çıkamadığım paragraflarımdan sor sevgimi… Ne fiyakalı bir söz yeter seni anlatmaya ne de en hikmetli beyitler, kafiyeler isyan eder söz konusu sen olunca… Teşbihler yeteneğini kaybeder…

Bir bahar ne ilki unutur ne de sonu… Var olma meselesi değil elbet olsa olsa güneşi görme, yeşillenme, renk değiştirme meseledir. İçinde biraz hüzün barındıran biraz da sarı ama her daim hicaz kokan baharlar gördüm… Her şeye rağmen umut eden insanlar…
Bir yaprak ne yeşili unutur ne de sarıyı… Bir insan ne yeşili unutur ne de sarıyı… Bir renk karmaşası değil elbet, sevdayı idame ettirebilme meselesidir bu…
Selam ve muhabbet ile…

Halil İbrahim AYDIN

Akademisyen, Yazar

 

 

31 Mart 2014 Pazartesi

MEKTUP

Mektup; yazanın dilinde sevda, kaleminde sızı, okuyanın ömrüne neşe, diline ise kilitli umuttur... Kavuşmanın adı, özlemin, hasretin anlamıdır... Kimi zaman padişah elinde ferman, çoğu zamanda gönül sultanı elinde sevgiliye sunulan gizli öznedir...

Ne ses duyulur inceden ne de görüntü... Yine de bir koku gelir tarifsiz, benzersiz... Yaşanmış tüm anılar ayaklanır... Bir heyecan sarar benliği, çabucak açılır zarflar ve pür dikkat okunur, her kelimesinde bir ömür harcanarak mürekkebin kağıda dokunuşları... Öylesine okunur ki günlerce etkisi kalır... Bir o kadar zamanda cevaben ne yazılacağı düşünülür... Mektup, kendi içinde hem saygıyı hem de belagatı barındırır... Az cümle ile çok mana anlatılır, söylenmemiş her kelime satır aralarında saklanır... Bir nevi yare seslenme biçimidir mektup... Mürekkep keman misali bir makamdan diğer makama akar kağıt üzerine... Bırakmalı kelimeleri su misali, baharına kavuşmuş yaprak gibi kopmalı yürekten, toprağa olan özlem bitsin diye... Geriye mi sadece daktilo sessizliği kalmalı geceyi bölen ya da mürekkebin kokusu sarmalı tüm evreni...
Mektuplaşmak zamana karşı koymaktır... İşteş bir fiildir, vesselam... Bekler durursun mektubun cevabını... Cevap bir yana gelebilecek muhtemel cevaplara ne yazacağını düşünmeye koyulursun... Akrep ile yelkovan arasında yorulursun...  Mektup yazabilmek sanat işidir, kelimelerle raks edebilmektir. Yoldaşın olur kelimeler, dert ortağın... Her mektubun kendine özgü ruhu ve tarzı olsa da bütün mektuplar aynı derdi şiyar edinir, durur... Yare kavuşmak... Sabaha kadar mum ışığında yazmaktır, mektup... Yada bir deniz kenarında her dalgada yeni bir cümleye başlamaktır... Her cümlede sana varmaktır... Belli etmeden özneyi, fiilimsilerle yükleme yanaşmaktır... Ve her defasında mahcup bir eda ile yüklemi sorgulamaktır... Sarı bir kağıt üzerinde yeni bir dünya kurmaktır... Kurduğun dünyada özne ile yaşamaktır... Yani sana ulaşmaktır, mektup...

Zaman geçer, mevsimler döner... Hangi iklimi sunarsa sunsun doğa ve hangi zamana dem vurursa vursun takvim değişmeden kalan yegane dünyadır, mektup... Ve biriktirilmesi ayrı bir sevda işidir... İtina ile okunur, sıralanır ve saklanır... Bir nevi iletişim kurma yöntemidir, mektup biriktirmek... Güneş hangi güne doğarsa doğsun, mektuplar giderir yalnızlığı... Tek kalınmaya görülsün hemen çıkar gün yüzüne tüm mektuplar, okunur saatlerce yazan ile sohbet edercesine... Ve o dakikalar iki kişilik akar, gün kendini geceye devredene dek...
Bir defa "sen" diyerek başlanıldı mı şayet mektuba "biz" olmadan gelmez sonu cümlelerin... Bütün ezgiler eşlik eder paragraf geçişlerine, makamlar ise her an, hep yüklem... Bir daktilo dokunuşu çalınır yüreklere yada ince bir mürekkep mum ışığına... İşler sarıya çalan saman kağıtlarını... Öyle ya yürek işçisidir mektup yazarları... Yan yana dizer kelimeleri sanki ulaşınca yükleme, özneye varacak... Elbet varamasa da muhakkak soracak... Gizlenirse özne, ağlar, sızlar belki de kalemi ile konuşur ama her seferinde yine mektuba sarılır... Umut iklimidir mektup... Yoldaşı mürekkep ve mum olan sevda yoludur...


Selam ve muhabbet ile..
Halil İbrahim AYDIN